Sokak beyazı iki kedinin ödipal aşk hikayesi şimdi anlatacağım. Narin, uzunince bacaklı, poposu omuzlarından daha yukarıda, evin uzun koridorunda kesinlikle duvara sürtünerek yürüyen, böylece kendini vahşi hayvanların saldırısından koruyan Ayşe öykünün dişi kahramanı. Edip ise hantal, kısa bacaklı, şişman, biraz aptal, koridoru ortalayarak yürüyen, Ayşe’nin üzerindeyken, onun çıkardığı zevk hırıltılarını her defasında bir tehdit olarak algılayıp kaçan şapşal erkek.

Tıp fakültesini bitirdikten hemen sonra evden kaçma teşebbüsüm benden on yaş büyük Aydın Abi’nin ilk karısından ayrıldıktan sonra Bakırköy’de tuttuğu o garip eve attı beni. Giriş kapısına yakın olan ve sokağa bakan salon ve klasik Türk mimarisinin özgün buluşu uzun koridora açılan mutfak, banyo, minik oda kapılarından sonra evin diğer büyük odasına varılırdı. Bu odanın balkonu olduğu için Ayşe ile Edip’in en sevdikleri yer o odaydı. O odayı kendilerinin ilan etmişlerdi. Bu diğer odaların da onların hakimiyeti altında olduğu gerçeğini kesinlikle değiştirmiyordu.

Ayşe altıncı kattaki balkonun incecik demirleri üzerinde uyumayı ve uyandıktan sonra yavaş yavaş gerinip, sahnede yürüyen bir manken gibi salına salına balkon demirinin üzerinde tur atmayı çok severdi. Edip de aynı şeyi yapmaya kalktığında patiyi yerdi. Çünkü Ayşe onun beceriksiz olduğunu bilir, kendi doğurduğu sevgilisini kaybetmek istemezdi.

Ayşe bize Aydın Abi’nin ilk karısından yadigârdı. Ülke tarihinde mecburi hizmete giden ilk hekimlerden olan Aydın İşçimen, Erzincan’ın bir köyündeki Sağlık Ocağı’nda bir yandan hastalarını iyileştirmeye çalışırken, bir yandan da kendisi gibi mecburi hizmetini yapmakta olan hemşiresine âşık olur. Evlenirler ve mecburi hizmetleri bittikten sonraki yedi yıllarını İstanbul’da geçirirler. Boşanma sonrası hediye eder Aydın Abi’ye Ayşe’yi Nuray Hemşire. Ben Ayşe’yle tanıştığımda 3 yaşında çok güzel bir genç kızdı Ayşe.

Aslında Aydın Abi de ben de çok anlamıyorduk hayvan bakmaktan. Pek veterinerle işimiz olmazdı. Aşılarını yaptırmak dışında özel bir şey yapmazdık doğrusu. İkimiz de hekim olduğumuzdan ya da zaten kendimiz için de pek bir şey yapmadığımızdan, kim bilir? Aydın Abi Cerrahpaşa Dermatoloji’de doçentti ben ise yeni mezun olmuş bir doktor ve Çorlu Devlet Hastanesi Acil Birimi’nde çalışıyordum. Memnun değildik hayattan. Mutsuz değildik. Sabahlara kadar sohbet eder, biraz fazla içki tüketir, Ayşe’yi de uyutmazdık. O her zaman yanımızda, birimizin kucağında ya da koltuklardan birinde olurdu sabahı bulan sohbetlerimiz boyunca. Bazen, o sırada birimizin hayatına uğramaya karar vermiş kadınlardan biri de eşlik ederdi sohbetimize. Sonra kendini dışlanmış hisseder, giderdi. Ayşe kadar olgun değildi hiçbirisi. Ayşe uykusunun arasında başını kaldırır, bizi bir iki dakika dinler, gözleri uykudan yavaşça kapanır, başı düşeyazar ve sonra bizi rahat bırakırdı.

Bir gün Ayşe’nin seks isteği gün yüzüne çıktı. Yiyeceğini, içeceğini, kedi kumunu filan biz karşıladığımız için olacak, bunu da bizim karşılamamız gerektiğini düşündü. Kimse tarafından bölünemeyen sohbetlerimiz sırasında, önümüzde bize poposunu dönmeye ve mutat pozisyonunu alarak kızgın kızgın söylenmeye başladı. Daha önceden kedi tecrübesi olmayan bizler önce pek umursamak istemedik ama söylenmeleri gittikçe arttı. Bereket Tanrısı anahtarlığı ve içine ılık su doldurduğumuz şırınga ile yaptığımız müdahaleler de etkinliğini yitirmeye başlayınca ona bir sevgili bulmaya karar verdik.

Sorduk soruşturduk, bir arkadaşımızın sokak beyazı bir erkek kedisi olduğunu öğrendik. Bir hafta sonu onları yalnız bıraktık ve iki ay bir hafta sonra çoğu beyaz azı siyah altı tane kedimiz daha oldu. Bu vesileyle anne kedinin plasentayı yediğini ve kendi kendine çok temiz bir doğum gerçekleştirdiğini öğrendik. Ayşe doğurmak için benim yatağımın altını seçti, gururla söylemeliyim.

Yavrulara yuva arama zamanımız gelince sokak beyazı kedilerden erkek olanını Ayşe’ye ayırmaya karar verdik. Çünkü biz o zamanlar Freud’a inanıyorduk. Freud ki kızı Anna’yı kendine ayırmıştır, biz de o sevimli, pofuduk adayı oyuncu mahluku Ayşe’ye sunmaya karar verdik. Bütün yavruları yuvalandırdığımız ve Ayşe, ben, Aydın Abi, bir de henüz adı olmayan yeni ev sahibimizle yalnız kaldığımız ilk geceyi anımsıyorum. Votkatonikçengelköysalatalığılimonbuz içkilerimizi hazırladık ve yeni ev sahibimizin ad bulma törenine geçtik. Çok zor olmadı. Fikir ilk kimden çıktı, şimdi gerçekten anımsamıyorum. Ama on dakika sonra isim belliydi. Madem ki yeni ev sahibimiz büyüyecek ve madem ki annesini becerecek ve madem ki Ayşe buna itiraz etmeyecek ve madem ki zaten bunu isteyecekti, onun adı Oedipus olmak zorundaydı.  Oedipus’un annesiyle olan hikayesini hâlâ bilmeyen varsa onu buradan ayıplıyor ve dışlıyoruz. Google yardımcısı olsun.

Ama o Oedipus ismini pek benimsemedi. Biz de zaten Oedipus demekte oldukça zorlanıyorduk ve zamanla Ödip demeye başladığımızı fark ettik. Bu arada Ödip hızla büyüdü, iri, kalın kemikli, yuvarlak yüzlü, kısa bacaklı beceriksiz bir kedi olup çıktı. Onu da aşıları dışında veterinerle pek haşır neşir etmedik. Ödip, denge demek olan kedi cinsinin aksine dengesizdi. Nörolojik bir bozukluğu olduğunu, zekasının çok gelişmemiş olduğunu düşünüp onu olduğu gibi kabul etmeye karar verdik. Zaten bu Ayşe’nin sorunuydu esas olarak, bizim değil.

Zekasıyla ilgili şu kısa anektod bir şeyler anlatabilir sanıyorum. 1990’lı yılların eski Bakırköy apartmanlarında kaloriferler soğuk kış gecelerinde yeteri kadar ısıtmaz ya da bazen hiç yanmazdı. Biz de petek kalorifer şeklinde bir elektrikli ısıtıcı almıştık. Kalorifer yeteri kadar yanmazsa o devreye girerdi. Salonda müzik sisteminin olduğu yerdeydi petek çoğunlukla. Ayşe üşüdüğünde, kaloriferin önüne onlar için koyduğumuz battaniyenin üzerinde mayışır, gerinir, sonunda sırt üstü uykuya dalardı. Ama kalorifer yanmıyorsa bir iki dolanır, elektrikli ısıtıcının önüne gider, aynı ritüelini orada yaşardı. İster inanın, ister inanmayın Ödip kaloriferin yanmadığını anlamaz, sanki sıcaktan gerçekten mayışmış gibi soğuk kaloriferin önünde mutluluk mırıltıları çıkararak uykuya dalardı. Elektrikli ısıtıcının önüne biz taşırdık onu.

Ödip ismini de pek benimsemedi. Türkçe sesli uyumuna uygun olsa da, Ödip ismi de kolay söylenen bir isim olmadığı için, zamanla ona Edip demeye başladığımızı  ve onun da bu isme tepki gösterdiğini fark ettik. O zaman anladık, Oedipus’un bizdeki karşılığı Edip’ti.

Sonra gün geldi Ayşe yine erkek sevdasına kapıldı. Biz de gururla masaya Edip’i sürdük. Sürmez olaydık. Ne yapacağını hiçbir zaman tam olarak bilemedi. Ayşe’nin ensesine dişlerini geçirmesi gerektiğini göstermemiz bile gerekti Edip’e. Cinsel organını yanlışlıkla Ayşe’nin cinsel organına değdirmeyi başardığında Ayşe haz çığlıkları atıyor, Edip de bunu, “Ayşe yine bana kızdı!” olarak yorumlayıp benim yatağın altına kaçıyordu. Biz yine de gururla evlatlarımızı izliyorduk.

Hangi arada becerdiler bilmiyorum ama iki ay sonra dört tane yavrumuz oldu. Edip de sevdi onları. O zaman gerçek bir aile oldular. Edip sorumluluk sahibi bir baba gururuyla ortalıkta dolanmaya başladı. Ya da bize öyle geliyordu. Oynuyordu çocuklarıyla. O yavrulardan ayrılmak bize de zor geldi. Ama her uyandığımızda ağzımızın içi de beyaz tüy dolmaya başlayınca zamanının geldiğini anladık.

Ayşe’yle Edip cinselliği pek sorun etmediler. İhtiyaç duydukça yaptıkları hayatın bir parçası olarak çok rahat kabullendiler. Ayşe her zaman Edip’i kolladı, arkasını toplamak zorunda kaldı. Belki kadın ve erkek olmaktı durumları. Arada kısa sokak maceraları da oldu birbirlerinden ayrı. Ama bunu hiç sorun etmediler. Biri yorgun argın ve kirlenmiş olarak sokaktan geldiğinde (beyaz kiri gösteriyordu) diğeri onun temizlenmesine yardım bile etti.

Onlar hiç umursamadılar ama yaşadıkları ödipal bir aşk hikayesiydi. Omların hayatı kısıtlayan kavramlarla ilgileri yoktu. Hayatı kendine zehir etme becerisi olan insandı…

Alper Hasanoğlu