Bernard Shaw uzun yıllar önce, bir utanç atmosferinde yaşadığımız tespitini yapmış ve “Akrabalarımızdan, gelirimizden, aksanımızdan, düşüncelerimizden, deneyimlerimizden; velhasıl kendimizde olan her şeyden” utandığımızı söylemişti. Bu tespit, içinde bulunduğumuz zaman diliminde biz Türkler için de geçerli mi acaba?

Utanmak insanın en karmaşık duygularından biridir. Birçok başka duyguyla yakınlığı vardır. Bunlardan belki de en önemlisi suçluluk duygusudur ve bu iki duygu kolaylıkla birbirine karışabilir. Oysa suçluluk duygusu yapıp ettiklerimizle ilişkili bir durumken, utanç doğrudan kendiliğimizi, varoluşumuzu ilgilendirir.

Birçok araştırmacı suçluluk duygusu ve utanmayı ilişkisel duygular olarak görse de, utanç suçluluğa göre net bir şekilde daha fazla ilişkiseldir. Çünkü utanç, doğrudan ötekinin değerlendirmesine gösterilen bir tepkidir.

Suçluluk duygusu ortaya çıktığında kendimize söylediğimiz „Bunu ben nasıl yaptım?“ iken, utandığımızda sorduğumuz soru şudur: „Ben bunu nasıl yaptım?“ Suçlukluk yapılan eylem nedeniyle çekilecek bir cezaya vurgu yaparken, utanç kendilik değerine yöneliktir. Yani diyebiliriz ki suçluluk duygusu yapıp ettiklerimizin sınırını belirler, utançsa kendiliğimizin ve bu anlamda narsizmimizin sınırlarını çizer.

Bu nedenle de utanmak suçluluk duygusuna göre daha temel ve varoluşsal bir acıya neden olur. Suç ve suçluluk sosyal entegrasyonu düzenlerken utanç bireyi toplum dışına iter. Kişilikte bir yarılma yaratır, birey onuru kırılmış duygusu yaşar.

Utanmanın koruyucu bir işlevi de vardır öte yandan. İlişkilerimizde rezil olmayız utanmayı becerebilirsek. Suçluluk duygusuysa ötekine yönelttiğimiz agresyonumuzu sınırlamamıza yardım eder. Utanmak özel olmanın bekçiliğini yaparken, suçluluk sahip olunduğu varsayılan gücün orantısızca kullanılmasını engeller. Utanma duygusu zayıf yanlarımızı saklamamıza yardım eder, suçluluksa sahip olunan gücü denetler. Utanma duygusu kendilik resmimizin bütünlüğünü korurken, suçluluk ötekinin bütün kalmasını sağlar.

Utanma ve suçluluk duyma yetisinin olduğu yerde narsizm yoktur. Narsist birey utanmayı da, suçlu hissetmeyi de bilmez. Çünkü narsistin en derinde hissettiği ve onu durmaksızın rahatsız eden değersizlik ve yetersizlik şemaları, bireyin kendini koruma adına ona ve ilişkilerine daha da zarar verecek olan başa çıkma stratejileri geliştirmesine neden olur. Narsist, kendini mutlak güçlü duyumsamak ve varsayılan bu gücü kullanarak kendini iyi hissedebilmek için suçluluk duygusuna sırtını döner ve içine düştüğü durumlarda utanç duygusunun yanına bile yaklaşmayarak, kendini daha da değersiz ve yetersiz hissetmekten kurtulmayı başarır. Ama bu yine de derin bir depresyon yaşamasına engel olmaz, çünkü içten içe ideal benle gerçek benin arasındaki derin uçurumun farkındadır.

Narsistin, yani kendini yetersiz ve değersiz hisseden bireyin en korktuğu şey yok sayılmak, görülmemektir. Utanç bize, bizi utandıran kişi tarafından yok sayıldığımızı, görülmediğimizi hissettirir. Paradoksal bir şekilde, utanan bireyin istediği de o an için görülmemektir aslında. „Utançtan yerin dibine geçtim“ deriz. Yerin dibine geçersek kimse bizi görmez ve bu sayede de utancımız azalır. Oysa bir narsistin en dayanamayacağı şey artık görülmemektir. Bu nedenle başka bir savunma kullanır narsist; utanmaktan vazgeçer.

Onun her şeye hakkı vardır. O mutlak güçlüdür ve bu gücünü hiçbir kural tanımadan kullanma hakkına sahiptir, bu nedenle de suçlanamaz. Yaptıkları hiçbir zaman etik kurallar içinde değerlendirilemeyeceğinden utanmasını gerektirecek bir durum da yoktur. O her zaman haklıdır, bu nedenle de sık sık haksızlığa uğradığından yakınır. Özeldir, başkaları için geçerli olan kurallar onun için geçerli değildir.

Ama narsist kendini suçlu hissetmese ve hiç utanmasa da herkes her şeyin farkındadır. Görülmek, onaylanmak, takdir edilmek ve bunların sonucunda kendini iyi hissetmek için attığı her adım onu yalnızlığa, ıssızlığa daha da yaklaştırır. İnsanlar yavaş yavaş ondan uzaklaşırlar. Telefonu çalmaz, ardığı kişiler yanıt vermez olur.

Futbolda, ekonomide, siyasette, medyada, psikiyatride kendimiz ve ilişkide bulunduğumuz insanlar, kurumlar ve ülkelerle ilgili düşüncelerimizin ve buna bağlı olarak yapıp ettiklerimizin tümü yukarıda anlattığım psikodinamik çerçevede değerlendirildiğinde; ben büyük bir utanca kapılıyor ve bu ülkenin bir bireyi olarak kendimi suçlu hissediyorum.

Oysa Türkiye olarak biz, sanki uzun zamandır kendimizi suçlu hissetmediğimiz gibi, artık hiç utanmıyoruz da. Çünkü elbette bize haksızlık ediliyor ve ne kadar özel olduğumuz görmezden geliniyor…

Alper Hasanoğlu