Albert Camus ‘absürd’ü anlattığı ünlü eseri ‘Sisyphos Mitosu’ adlı kitabına şöyle başlar: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.” İnsan hayatını ne olursa olsun korumak için Hipokrat yemini etmiş bir hekim olarak, çok tehlikeli bir girizgah olduğunu söyleyebilirim.
Hekimliğimi bir kenara bırakırsak da tehlikeli buluyorum, çünkü yaşam içindeki olasılıklarımızı ikiye indiriyor ve bu olasılıklardan biri de ölüm. Hayatı anlamlı bulmazsak kendimizi öldürmekten başka bir çözüm bırakmıyor bize Camus bu giriş cümlesiyle. ‘Yabancı’da hayat ve ölüm arasındaki ince sınırın absürdlüğünü göstermek için, mahkemede Meursault’ya o adamı neden öldürdüğü sorulduğunda, güneşin çok parlak olduğunu ve gözünü aldığını söyletir Camus. Bir anlamda haklıdır. Dünyada oluşumuz tamamen tesadüf eseridir elbette, dünyaya atılmışızdır ve dünyada oluyor olmamızla olmamamız arasında zerre kadar fark yoktur anlam açısından. Çehov’a hayatın anlamını sorduklarında, “Havucun anlamı nedir? Havucun anlamı neyse hayatın da anlamı odur,” diye yanıt vermiştir.
Camus bu tehlikeli başlangıçtan kendisi de korkmuş olmalı ki, kitabın son cümlesi şöyledir: “Sisyphos’u mutlu bir insan olarak da tahayyül edebiliriz.” Sisyphos elbette mutlu değildir koca bir taşı koca bir dağın tepesine taşıyıp durmaktan ama ona mutsuz da diyemeyiz. Çünkü yeniden ve yeniden başladığına göre yaptığı bu zahmetli işe, bir umudu vardır mutlaka ve bir anlam yüklemiştir o taşı kan ter içinde o tepeye tekrar tekrar çıkarmaya.
Her ne kadar bu eylem tanrılar tarafından verilmiş bir ceza olsa da, Zeus’u kandırabilecek kadar zeki olan Sisyphos’un bu cezadan kurtulmak için hiçbir şey yapmamış olması, onun bu duruma bir anlam yüklediğini gösterir. Homeros da bu cezanın neden verildiği kısmıyla pek ilgilenmez, yalnızca Sisyphos’un acılar çekerek taşı tepeye taşımaya çalıştığını anlatır. Ama zaten Yunan mitolojisinde tanrılar insanları cezalandırıp dururlar. Yaratılışın başlangıcında insana verdikleri cezaların en büyüğü, onun acılar çekerek çalışmak ve sonra acılar çekerek ölmek zorunda olmasıdır. Bu açıdan baktığımızda, Sisyphos’a verilen ceza ‘yaşama’ cezasıdır bir bakıma.
Günümüzde Sisyphos’un eylemi, nafile bir uğraş için kullanılan gündelik bir deyime dönüşmüş de olsa, Camus’nün yaptığı yorumu akılda tutmakta fayda var. Kitabın son cümlesinden önceki cümle şöyledir: “Dağın doruğuyla girişilen savaş insanın yüreğini tatmin edecek kapasitede bir uğraştır.” Sisyphos kendisine verilen ‘yaşama cezası’ndan bir anlam çıkarmayı başarmış mitolojik bir kahramandır. Bu anlamda Camus, acılı ve zorlu bir uğraş yoluyla da olsa hayata bir anlam yüklemiş ve kitabın en başında sorduğu tehlikeli soruyu, ölümü değil hayatı seçerek yanıtlamıştır.
Sisyphos’un mitosunun, ‘condicio humana’, yani insan olmanın koşulları olarak okunması gerekliliğine vurgudur Camus’nün bu yorumu. Alman yazar Günter Kunert 1992’de yazdığı ‘Sisyphos’tan Yenilikler’ adlı kitabında, Sisyphos’un sonunda taşı en tepeye kadar götürebildiğini ve taşın yuvarlanmadan tepede kaldığını anlatır. Ama Sisyphos bu zaferden çok kısa bir süre sonra taşı kendisi aşağı yuvarlar. Çünkü eylem sona erdiğinde ortaya çıkan boşluk duygusuna katlanamamıştır.
Bu mitolojik hikayeyi neden mi anlattık? Psikoterapinin kendisini tıbbın bir dalı olarak doğa bilimlerinin içinde konumlandırması, terapisti ve danışanını hastalıklı geçmişine ve var olan eksiklere odaklanmaya zorlar. Oysa psikoterapi bir doğa bilimi olduğu kadar bir tin bilimdir de (Geisteswissenschaft). Yapıp ettiklerimizi ‘neden’ yaptığımız sorusu kadar, ‘ne için var olduğumuz’, ‘ne için yaşıyor olduğumuz’ sorusu da terapinin odağında olmalıdır. Bu anlam sorusu /sorunu da geçmişe odaklanmanın indirgemeciliğinden çıkıp psikoterapinin bir tin bilimi olarak insanı anlamasına olanak tanımayı, yani psikoterapiyi bir felsefe olarak daha geniş bir perspektifte düşünmeyi gerektirmektedir.
Bunu yapabilmenin yolu da psikoterapi eğitiminin içine felsefi düşünce biçiminin ve belli felsefelerin entegre edilmesinden geçer.

Alper Hasanoğlu