Lou Andreas-Salomé ve Rainer Maria Rilke
„Dünyayı senin içinden görmek istiyorum;
çünkü böylece dünyayı değil,
daima ve yalnız seni görebilirim, seni, seni.“

Münih 20. yüzyılın başında sanatçı, müzisyen, şair ve filozofların biraraya gelip tartıştıkları, dost oldukları, kavga edip ayrıldıkları önemli bir merkezdi. 1897 yılının Nisan‘ında bu parlak şehirde 21 yaşında genç bir şairle 36 yaşında tanınmış bir kadın yazar birbirlerini buldu. René Maria Rilke Prag’dan geliyordu. Ailesi subay olmasını istemişti. O ise ailesine, dünyaya ve kendine doğuştan şair olduğunu kanıtlama çabası içindeydi. Lou Andreas-Salomé St. Petersburg’da görev yapan Alman kökenli bir generalle Alman-Danimarka kökenli bir annenin kızıydı. Avrupa’yı avucunun içi gibi biliyordu. Romanlar, denemeler yazmış, Friedrich Nietzsche ve Henrik İbsen üzerine kitaplar yayınlamıştı. Kocası Friedrich Carl Andreas Berlin’de yaşayan bir filolog ve arkeologtu. Prusya‘nın başkenti Lou’nun da ikamet ettiği yerdi, ama o bilginin peşinde bir meczup gibi gezmeden yaşayamazdı. Rilke kendisinden oldukça yaşlı olan bu sıradışı kadın için çok uğraştı. Oysa Lou Salomé aşktan, özellikle tensel aşktan hep uzak durmaya çalışıyordu. Hayat felsefesi özgürlüktü. Bağlanmak istemiyordu, geleneksel kadın rolüne bürünmek hiç istemiyordu. Ev işleriyle uğraşmak ve çocuk büyütmek ona göre değildi. Onu heyecanladıran tek şey bilgiydi: İnsan ruhunun, düşüncenin, sanatsal yaratıcılığın sırları. Henüz öğrenciyken başlamıştı eğitimiyle ilgili seyahatleri, önce annesinin refakatinde daha sonra tek başına. Teoloji, felsefe ve güzel sanatlarla ilgilendi. O dönemde kadınların da üniversite eğitimi görebildiği ender yerlerden biri İsviçre’ydi. Zürih Üniversitesi‘ne kaydoldu. Sayısız konferans, okumalar, kendisiyle aynı ya da farklı görüşte olan insanlarla yürüttüğü uzun sohbetler arasında bir entellektüel ve yazar olarak kendi yolunu bulmaya çalıştı. Fikir alışverişi elindeki en önemli araçtı. Kendine birşey öğretebileceğini düşündüğü herkesle ilişkiye girdi, konuştu, yazıştı. Çevresinde pervane olan entellektüel beyinleri en çok şaşırtan ve hayal kırıklığına uğratan, kendileriyle bunca mahrem şey yaşayıp gerçeği kovalayan entellektüel, entellektüel olduğu kadar da güzel bu kadının hiçbiriyle bir aşk ilişkisi yaşamamasıydı. Lou Salomé cinsel hazdan kaçınmanın ruhsal faaliyetlerini yetkinleştireceğine inanıyordu. Ruhsal olarak çıkacağı zirvelerin vereceği hazla tensel haz mukayese bile edilemezdi. Bilgiye ulaşmak için cinsel hazdan feragat ediyordu. Evliliği de bu görüşten payını alıyordu doğal olarak. Ama Rainer’le (Lou ona böyle hitap etmeyi seçmişti) olan ilişkisi sadece ruhsal bir birliktelik olarak kalmadı. Kafası gerçekleşmesi zor bir sürü hayalle dolu genç öğrenci onu önce etkisi altına aldı, sonra da yatağına.
Rilke Lou’yla ilk (ve son) gerçek aşkını yaşadı. Bu aşk hem şehvet hem de ruhsal bir merak, heyecan, farklılık ve bir yandan da entellektüel bir birleşme, sözcüklerin, düşüncelerin içiçe geçtiği ve bir olduğu bir yaşantıydı. Rilke hayal dünyasının kapılarını ardına kadar açmıştı Lou’ya. Entellektüel açıdan en az kendisi kadar değerli olan Lou, elini attığı herşeyi düzenliyor, bazılarını ayıklıyor, bazılarını destekliyordu. Rilke ondan basitliği ve sanat duygusunu öğrendi.
Lou için bilgiyle yarışabilecek ve kazanma şansı olabilecek hiçbir aşk söz konusu değildi. Nitzsche ve Ree’nin ardı ardına gelen evlenme tekliflerini hiç düşünmeden reddetmişti henüz 22 yaşındayken.

Rainer 04.12.1875 yılında doğdu, adı René Karl Wilhelm Johann Josef Maria Rilke’ydi. Babası Josef Rilke başarısızlıkla sonuçlanmış bir askeri kariyerin ardından Prag’da bir demiryolu şirketinde çalışmaya başlamış ve bütün iş hayatını orada geçirmiş bir memurdu. Annesi Sophie ise başarılı bir tüccar ve fabrikatörün kızıydı. Çok hırslıydı. Kocasının memuriyeti ve sürdükleri tekdüze yaşam ona yetmiyordu. René’nin doğumundan önce bir kızını kaybetmiş ve bir türlü toparlayamamıştı kendisini. René‘yi (René Fransızca „yeniden doğan“ anlamına geliyordu) onun yerine geçirmiş, bir kız gibi yetiştirmeye başlamıştı. Kocası hiç sesini çıkarmıyordu bu hastalıklı tavrına. René bebeklerle oynadı, kız giysileri giydi, ta 6 yaşına kadar. Farklı karakterdeki bu iki insan 1885 yılında ayrıldılar. Bu ayrılığın ardından René annesini suçlamış, onu hiç affetmemişti.
Lise eğitiminin pahalı olması nedeniyle babasının da isteğiyle askeri bir öğrenim görmesine karar verilmişti. Ama çok duyarlı bir çocuk olan René teorik derslerde çok başarılı olmasına rağmen antremanlara ve bedensel zorlanmalara dayanamamış, 1890 yılında hastalanarak askeri eğitimi bırakmak zorunda kalmıştı. Amcasının desteğiyle lise bitirme sınavlarını dışarıdan verip, Prag’da tarih, sanat ve edebiyat okumaya başladı. 1896 sonbaharında felsefe okumak için Münih’e gitti. Gerçek niyeti kendini bir şair olarak kanıtlamak olan 21 yaşındaki bu genç edebiyat aşığının henüz yalnızca birkaç başarısız şiiri yayınlanmıştı. 1896 yılının Nisan ayında „Neue Deutsche Rundschau“ gazetesinde „Yahudi İsa“ adlı bir makale okudu. Burada ileri sürülen görüşlere hayran kalmış olan Rilke bu makalenin yazarının peşine düştü. Lou Andreas-Salomé’nin. Salomé’nin görüşleri, günümüze kadar hala yayınlanmamış olan „Hristiyan Görüşü“ adlı şiirlerinde dile getirmeye çalıştığı düşünceleriyle çok benzerdi. Henüz kişisel olarak tanımadığı bu yazarın bir romanını da okumuş, çok beğenmişti: Ruth.
1897 yılının Nisan ayının sonlarına doğru Lou Andreas-Salomé arkadaşı Frieda von Bülow’un bir konferansına katılmak için Berlin’den Münih’e geldi. Bu sayede sanatçı ve entellektüel dostlarıyla da birlikte olup zaman geçirme fırsatı bulacaktı. Bu arada bir hayranından anonim mektuplar almaktaydı. Mektuplarla birlikte şiirler de geliyordu. Şiirlerden pek fazla etkilenmeyen Salomé bu mektupları ciddiye almadı. 12.05.1897 tarihinde arkadaşlarından birinin evinde 21 yaşında ince uzun, duyarlılığı ve heyecanı yüzüne yansımış narin bir gençle tanıştırıldı. Rilke’nin amacı çok etkilendiği bu yazarın edebi yeteneklerinden yararlanmaktı, ama en başından itibaren onun kadınsı çekiciliğinin etkisi altına girdi. Ertesi gün şu mektubu yazdı Salomé‘ye: „Sayın bayan, dünkü birlikteliğimiz sizinle birlikte geçirdiğim ilk saatlerim değildi. O öğleden sonra yalnızca bir dost toplantısıydı ve sizin „Yahudi İsa“ adlı makalenizle geçirdiğim baş döndürücü saatlerle mukayese bile edilemez. O makaleyi okuduğum saatlerde sizinle yalnızdım. (…) Size bunun için teşekkür etmek istiyorum, ama bir insan bir diğerine çok değerli birşey için teşekkür edecekse bu teşekkür ikisi arasında kalmalı, başkaları bu teşekküre tanık olmamalıdır. Eğer size bazı şiirlerimi okuma şerefine ulaşırsam ve sizi yarın akşam tiyatroda görebilirsem çok mutlu olacağım.“
Lou elyazısından son zamanlarda aldığı anonim mektupların sahibini hemen tanımıştı. Ama anlaşılan genç şairle bu ilk karşılaşma da Lou’da pek fazla etki bırakmadı, çünkü ölümüne yakın yayınladığı anılarında bu ilk karşılaşmada Rilke’yi „diğerleri arasında herhangi biri“ gibi yaşantıladığını yazmaktadır. Ama inatçı aşık Lou’yu etkilemeye çalışmaktan vazgeçmedi. Lou tiyatroda onu görememiş miydi yoksa dikkat mi etmemişti? Bütün Münih’te elinde çiçeklerle koşup durdu Lou’yu bulmak için. „Elimde güllerle şehirde ve İngiliz Bahçesi’nin girişinde dolanıp durdum, size gülleri hediye edebilmek için.“ René üç gün sonra Lou’yu bulur ve „Hristiyan Görüşü“ adlı şiirlerinden bazılarını ona okumayı başarır. Bir şiirini de ona adar. O andan itibaren yazacağı bütün aşk şiirlerini ilişkilerinin son bulacağı tarihe, 1900 sonbaharına kadar ona adar hep.
7 Haziran 1897’de birbirlerine „sen“ diye hitap etmeye başladılar. Lou Rilke’nin aşkına yanıt vermişti artık. Haziran ayının sonlarına doğru üçü, Lou, Rilke ve Frieda von Bülow Münih yakınlarında bir sayfiye yeri olan Wolfratshausen’da bir köye yerleştiler. Burada geçirdikleri zaman belki de aşklarının en mutlu dönemiydi. Münih’in entellektüel dünyasından birçok isim ziyaret ediyordu üçünü. Lou’nun kocası Friedrich Carl Andreas da 23.7.1897’de ziyaretlerine geldi ve bir ay onlarla birlikte kaldı. Gelmeden önce telgrafla gelişini haber vermişti. Böylece Rilke’ye kendini biraz geri çekme ve aşklarını Carl’dan gizleyebilme fırsatı doğdu. Carl bu ilişkinin farkında olmasına rağmen sesini çıkarmıyordu. Lou’nun erkeklerinin hepsi, hayatını bütün geleneklerin dışında ve karşısında yaşamaya kararlı bu kadının normal ölçütlerle değerlendirilemeyeceğini biliyorlardı. Ve hiç kimsenin, genç sevgilisinin de ona asla sahip olamayacağını.
Ağustos’un sonunda Wolfratshausen’dan ayrıldılar. 1 Ekim’de Lou Berlin’e döndü. Rilke de peşinden Berlin’e gitti. Lou ve kocasının iki odalı küçük evlerinin çok yakınlarında mobilyalı bir oda kiraladı ve bütün gününü Lou’yla birlikte onun mutfağında geçirmeye başladı. İki odalı küçük evin tek oturma odası Carl’ın çalışma odasıydı aynı zamanda. Lou’ya da mutfak kalıyordu. Burada Rilke’yle hergün birlikte yemek yapıp yediler, bulaşıkları yıkadılar, güldüler, çalıştılar, sohbet ettiler. Rilke Lou’yu çok seviyor ve ona bir Tanrı gibi tapıyordu. Bir anne-sevgiliydi Lou onun için. Lou henüz olgunlaşmamış, genç şairin hem sevgilisi, hem de öğretmeniydi. Onu Nietzsche’nin fikir dünyasıyla ve kendi vatanıyla tanıştırdı, Rusya’yla. Öyle ki Rilke bir sene gibi kısa bir sürede Tolstoy ve Turgenyev’i kendi dilinde okuyacak kadar Rusça öğrendi. Bu arada Lou yeni geziler de planlıyordu. Birlikte çıkacakları Rusya gezisinin yanında Rilke’nin yalnız çıkacağı İtalya gezisini de. Lou Rilke’nin çok duyarlı, duygusal olarak oldukça labil olan yapısını farketmiş, onun kendisine karşı gelişen abartılı bağımlılığını biraz olsun kırmak için planlamıştı bu yalnız çıkılacak geziyi. Kendisinden ayrı kalmayı dayanılır kılması için de bir gezi günlüğü tutmasını istemişti ondan. Bu arada Lou’nun isteğiyle René resmi olarak Rainer olmuş, elyazısı da değişmişti. René adı bir şaire yakışmıyordu.
1898’in Nisan’ında gerçekleşti İtalya gezisi. Günlüğünü hergün düzenli olarak tuttu ve ayrıca hergün mektup gönderdi sevgilisine, annesine, tanrısına. Birinci Rusya gezisine 1899’da çıktılar. Üç kişi. Lou, Lou’nun kocası Carl ve Rainer. Moskova’ya, St. Petersburg’a gittiler, Tolstoy’la tanıştılar. Paskalya’yı Kremlin’de geçirdiler ve Berlin’e döndüler. Rilke Rusya’nın kültür ve edebiyatıyla, özellikle de basit insanıyla karşılaşmış, eserleri için yeni bir itici güç yakalamıştı. Lou ise vatanını çok erken arkasında bıraktığı hissiyle doluydu.
Lou’yla 7.5. ve 26.8.1900 tarihleri arasında gerçekleştirdikleri ikinci Rusya gezisi Rilke’nin en önemli eserlerinden „Saatler Kitabı“nın oluşmasına zemin hazırlayan deneyimler ve yaşantılara kaynaklık etmiştir. Fakat büyük bir eserin oluşmasına neden olan duyarlıklar, deneyimler ve yaşantılar bir aşk ilişkisinin bitişine de neden oldu aynı zamanda. Kiev’deki bir akasya ormanında mutad günlük yürüyüşlerinden birini yaparlarken Rilke ilişkileri için belli bir anlamı olan bir ağacın yanından geçip gitmeyi başaramamış, bir sinir krizi geçirerek yere düşmüş ve hıçkırıklar içinde kalmıştı. Lou dehşete kapılmış, donup kalmıştı bu sahne karşısında. Hasta olarak değerlendirmeye başladığı bu adamdan içsel olarak ayrılmaya o an başlamıştı. Birkaç gün sonra, 28.7.1900’da Finlandiya Rongas’da yaz tatillerini geçirmekte olan ailesinin yanına gitti ani bir kararla ve 20 Ağustos’a kadar onlarla kaldı. Orada Rilke’den ayrılmaya karar verdi. Berlin‘e döndüklerinde Rainer Lou’nun yakınlarındaydı halen daha, ama ikisi de birlikteliklerinin sonuna yaklaştıklarını seziyordu. Neydi sorun? Belki de birbirlerine çok fazla uygundular. Her ikisi de çalışmak, roman ve şiir yazmak istiyordu. Bu meslek kıskanç bir sevgili gibiydi, uzun süreli olarak başkalarına katlanamıyordu. Rilke, mümkün olabilseydi, onunla evlenip birlikte yaşayabilmek isterdi, ama Lou kararlıydı. Üstelik kocasına da yeniden güçlü bir çekim duymaya başlamıştı. Carl ona ruhsal yaşamının heyecanları için ihtiyaç duyduğu dış huzuru sağlıyordu. Rainer özgürlüğüne bir saldırı gibiydi: Harikulade bir saldırı, gücünden büyük zevk aldığı ve ömür boyu değerinden hiçbir şey eksiltmeden içinde taşıyacağı.

Bir aşk ne zaman biter? Bu sorunun yanıtını Lou’nun 1900 yılbaşında günlüğüne düştüğü notlarda bulabiliriz: „Gelecek yıldan beklentilerim neler? İhtiyacım olan şey ilk olarak sessizlik – bundan dört yıl önce olduğu gibi daha çok yalnız olabilmek. Bu olacak, olmak zorunda.“ 10 Ocak’ta da şunları okuruz: „Rainer’e karşı da kötüydüm, ama bu bana hiç acı vermedi.“ 10 gün sonra, 20.1.1901’de de şöyle yazar günlüğüne: „Rainer’in gitmesi, tamamen gitmesi için her türlü şiddeti uygulamaya hazırım.“
Ayrılıklarının kesinleşmesi ve hayata geçmesi 1901 Şubat’ının sonuna doğru oldu. Ölmeye başlayan bütün aşklarda olduğu gibi, Lou ve Rainer arasında da uzun konuşmalar, tartışmalar, gidip gelmeler olmuştur büyük olasılıkla, ama bunlarla ilgili hiçbir kayıt yok elimizde. Onun yerine Rilke’nin yazmış olduğu bir aşk şiiri var:

„Karanlıkta öylece duruyorum ve kör gibi
bakışlarım seni artık bulamadağı için.
Günlerin çıldırtıcı sıkıcılığı
bir perde önümde, ardında senin bulunduğun.
Bakıp duruyorum, kımıldayacak mı diye
perde, ardında hayatımın yaşadığı,
hayatımın içeriğinin, hayatımın kurallarının –
Ve ölümümün.“

Yaralandığı çok açık. Ama en yaralayıcı olan herhalde Lou’nun 26.2.1901’de göndermiş olduğu ve „Son Haykırış“ olarak başlık attığı veda mektubu olsa gerek. Bu mektupta Lou sanki gerçeklikle bağını biraz yitirmiş gibidir. Rilke’ye olan aşkını ve dört yıllık ilişkisini esas olarak bir annenin çocuğuna karşı hissettiği bir sorumluluk duygusu olarak tanımlar ve herşeyi daha çok bir acıma duygusuyla yaşadığını yazar bu mektupta. Bu yazdıklarının acımasızlığını farketmiş olacak ki, mektubun sonuna eklediği, Rilke’nin mutfak masasının üstünde bıraktığı bir süt faturasının arkasına şu satırları karalamadan edemez: „Eğer bir gün, çok sonra, kötü hissedersen kendini, burada bir yuvan olduğunu unutma.“ Rilke bu aşkı hiç unutmayacak, hep içinde taşıyacak ve ayrılıklarından 10 yıl sonra yayınlanan Duino Ağıtları’nda bir şiiri yine Lou’ya adayacaktır.
Bremen yakınlarında bir sanatçılar köyü olan Worpswede’de Rilke’nin İtalya gezisi sırasında tanıştığı bir sanatçı yaşıyordu. Rilke’nin Kiev’deki akasya ormanında yaşadığı sinir krizinden sonra kendisinden içsel olarak uzaklaşmaya başlayan Lou onu bu köye gitmeye teşvik edip duruyordu. Rusya gezisinden dört ay sonra Lou ve Rainer Berlin’de son kez buluşurlar ve Rainer ertesi gün, 26 Ağustos 1900’da bu köye doğru yola çıkar. Oradaki sanatçı ve edebiyatçılar tarafından coşkuyla karşılanır. Lou’dan ayrılmanın getirdiği acıdan sonra bu köydeki coşkulu ortam ona bir kurtuluş gibi gelir. Ressam ve heykeltraş Clara Westhoff’la tanışır burada ve 1901 Nisan’ında evlenirler. Bir yıl içinde bir kızları olur. Adını Ruth koyarlar. Rilke’nin Salomé’yi henüz tanımazken okuduğu ve çok sevdiği romanının adı. Evlilikleri uzun ömürlü olmaz. Rilke bunu beklemiyordu da sanki. Eninde sonunda hayat bilgisini Lou’dan almıştı. Zaten bir evlilik yürütebilecek ve bir yere kök salabilecek biri değildi, tıpkı „ögretmeni“ gibi. Ayrılıkları dostça olur.
Rainer bir şair olarak Lou’nun beklentilerini boşa çıkarmadı, çok önemli eserler verdi. Alman şiirinin en önemli isimlerinden biri oldu. Lou Salomé Sigmund Freud’la tanıştı ve ömrünün geri kalanını psikanalize adadı, Freud’un Lou’nun ölümünden sonra mezarı başında yaptığı konuşmaya göre psikanalize, özellikle narsisizm konusunda önemli katkılarda bulundu. Ne de olsa döneminin en önemli narsistlerini tanımıştı. Nietzsche, Rilke, Freud ve kendisi. Dostu Rainer bir keresinde analize gitmesinin nasıl olacağını sormuştu Lou’ya. Şiddetle karşı çıktı Lou. Rilke’nin sanatçı yönünün törpüleneceğinden, zarar göreceğinden korkuyordu.
Rilke’nin evliliğinin son bulmasından sonraki durakları Paris ve İsviçre olur. İsviçre’de lösemi olduğunu öğrenir. 29 Aralık 1926’da Montrö yakınlarındaki bir senatoryumda gözlerini hayata yumar. İsviçre’de gömülür.

„Ben sana bir hazırlık gibiyim
gülümserim yavaşça, yolunu kaybedersen;
Biliyorum, tek başınalıklarından
büyük mutluluğa uzanacak
ve ellerimi bulacaksın.“

Bu can yakıcı aşk ilişkisinden birçok yanıtlanmamış soru arda kalmıştır tabii ki, bütün „biten“ aşk ilişkilerinde olduğu gibi. Rilke ve Salomé’nin ilişkileriyle ilgili birçok makale kaleme almış olan Prof. Dr. Sadegh şöyle sıralar bu sorulardan bazılarını:
„Lou Kiev’deki akasya ormanında Rainer ağlama krizine tutulmuşken, dehşete düşmek ve donup kalmak yerine neden Rainer’le birlikte ağlamamıştır? Bu yaşantıdan sonra, neden Rainer’i kollarına alıp, yalnız gecelerin karanlığında korkusunu azaltmak yerine, ona yatağını kapamıştır? Neden „paraçalansın diye, düşmesine izin vermiştir?“ Lou aşktan ne anlıyordu? Aşk nedir?“

Yararlanılan Kaynaklar
1. Barbara Sichtermann. 50 Klassiker Paare. Gerstenberg Verlag, 2006.
2. Sybylle Volkmann-Raue, Helmut E. Lück. Bedeutenden Psychologinnen. Beltz Verlag, 2002.

Alper Hasanoğlu