Türkiye’de birçok çevrede, belli bir entelektüel düzeyde olan insanlar arasında bile birey olmak deyince hemen önyargılar devreye giriyor. Birey olmakla bireyci olmak birbirine karıştırılıyor sanırım. Daha çok Batı’ya ve Batılıya atfedilen “birey olma” vurgusuna karşı bir refleks gelişmiş gibi. Birey deyince, insani değerlerden uzaklaşan, bencil, benmerkezci, yalnızca kendi çıkarını düşünen insan geliyor akla.

Birey olmaya yüklenen bu olumsuz anlam, bizimki gibi iç içe geçmişlik şemasının çok belirgin olduğu toplumlarda birey olmayı istenmeyen bir şey haline getiriyor.

Burada açıklamamız gereken birkaç kavram çıktı ortaya: Birey nedir? Birey olmamızı sağlayan kişilik yapısı nasıl gelişir? İç içe geçmişlik şeması nedir?

En baştan başlayarak yavaş yavaş ilerlersek daha anlaşılır olacak sanırım. Yeni doğan bebekle ilgili olarak birkaç gün içinde en yakın bakım verenlerin belli bir fikri olur. Çok inatçı olduğunu söylerler örneğin ya da çok sinirli veya çok uysal… Biz de kızım Eylül bir yaşını doldurmadan “Çocuk büyütmek ne kadar kolaymış, o halde hiç düşünmeden bir çocuk daha yapalım” dedik ve baltayı taşa vurduk. Oğlum Yağmur emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdi. Aynı anne-babanın iki çocuğu, benzer muameleyi gördüğü halde birbirinden nasıl bu kadar farklı olabiliyor? Demek ki doğuştan getirdiğimiz bir mizacımız var.

Mizaç, deyim yerindeyse kişiliğin çekirdeğini oluşturur. Kişinin içe ya da dışa dönük olması, agresif ya da uyumlu, endişeli ya da rahat olması büyük ölçüde mizaçla ilgilidir. Ama kişilik gelişiminde tek başına belirleyici olan mizaç değil. Özellikle ilk üç yıl içinde olmak üzere, 12 yaşına kadar çocuğun en yakın çevresiyle kurduğu ilişki çok belirleyicidir. Kendisinden beklenenler, anne-babanın tutumu, davranış biçimleri, çocuğun aşırı korunması ya da bakım ve sevgiden yoksun kalması, nasıl bir kültür içinde yaşadığı, ilkokuldaki ilişkileri kişiliğinin nasıl şekilleneceğini, dolayısıyla bir birey olup olamayacağını belirler.

Şimdi bir noktalı virgül koyalım ve iç içe geçmişlik şemasını tanımlayalım. Çocukta, ailesiyle etkileşimi aracılığıyla hayatı nasıl algılayacağı, ilişkilerini nasıl kuracağı, kendini toplum içinde nasıl konumlayacağı ile ilgili bir kalıp gelişir. Buna psikolojide “şema” adını veriyoruz. Bizimki gibi toplumlarda, aile içinde neredeyse sır diye bir şey yoktur. Herkes herkes hakkında her şeyi bilir ve kendinde diğerine karışma hakkı görür. Özellikle büyükler küçüklerin neyi nasıl yapacaklarını, kimlerle arkadaşlık edeceklerini, ne giyeceklerini, ne yiyeceklerini belirler ve bu da büyümekte olan çocuğun kendi üzerinde söz sahip olmadığı yargısının ortaya çıkmasına neden olur.

Bunun sonucunda da “gelişmemiş kendilik” adını verdiğimiz bir durum ortaya çıkar. “Kendilik de ne?” diye sorabilirsiniz ama bunu bu yazıda yanıtlamayacağım. Ama ancak gelişmiş ve olgunlaşmış bir kendiliğe sahip kişilerin birey olabileceğini söyleyebiliriz.

Gelişmiş bir kendiliğe sahip kişinin, yani bireyin sınırları vardır. Diğer bireylerle iletişim, etkileşim, yani bir ilişki içinde olur ama “kendilik”ini belirleyen sınırları olduğu için, kendi özgür iradesiyle karar verebilecek durumdadır. Aldığı kararlardan emindir, onların arkasında durur. Ailesinin kararlarına karşı çıkması bile gerekse, suçluluk duygusu ya da vicdan azabı çekmez. Kendi sınırlarına saygı duyulmasını istediği kadar, başkalarının sınırlarına ve bireyselliğine de saygı duyar. Bunu sorgulamak aklından bile geçmez.

Ailesinin ve içinde büyüdüğü kültürün değer yargılarını aklının süzgecinden geçirerek belli ölçüde benimseyen, nerede hayır diyeceğini, nerede alttan alıp uzlaşacağını, nerede kendisini nasıl koruyacağını bilen, uyum sağlamayı da, kendisi ve çevresine zarar verecek durumlarla savaşmayı da bilen kişidir birey.

İç içe geçmişlik şemasının belirleyici olduğu bizimki gibi ülkelerde, bırakın kendilik sınırlarına sahip çıkabilmeyi, kuaföre giderken 17 telefon konuşması yapıp sonra da kuaförün önerisini dinlediği için sonuçtan memnun olmayan ve mutsuz olan insanlar çoğunluktadır. Bu da bireysel ve toplumsal geleceğini başkalarının kararlarına bırakan insan demektir. Gelişmemiş kendilikleri nedeniyle birey olamamış, dolayısıyla toplumsallaşamamış insanlar topluluğu.

Birey olmak işte bu nedenle önemlidir ama belki de, bizden istenen tam da budur. Birey olmamak…