Sempozyum Daveti

16 – 19 Temmuz 2020 tarihlerinde Klinik Felsefe Derneği tarafından düzenlenecek olan ilk sempozyumun konusu Kimlik olarak belirlendi. Disiplinler arası bir çalışma olarak planladığımız bu sempozyumda konuyu psikiyatri, hukuk, mimari, filoloji, sanat, felsefe, edebiyat ve toplumsal cinsiyet eşitliği açısından tartışacağız.

Neden kimlik konusunu Klinik Felsefe Derneği’nin ilk etkinliği olarak seçtiğimiz konusuna gelince…

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından bugüne kadar geçen süreyi ele aldığımızda, bu sınırlar içerisinde yaşamayı sürdürenlerin hangi kimliği benimseyeceğine, kendilerini neye / hangi gruba ait hissedeceğine dair verilmiş kararların yarattığı sonuçlara dair saptamaların bu seçimde belirleyici neden olduğunu söyleyebiliriz. Ulus bilincinin, özellikle Batı dünyasında belli bir süreden beri yerleştiği zamanlarda Türkler hâlâ kendilerini Müslüman ve Osmanlı olarak tanımlıyorlardı. Bu durumun üstüne bir de yaklaşık bir asır önce neredeyse mecburî olarak Türk olduklarını kabul etmiş olan ve bir gün içinde alfabeleri değiştiği için okuma yazma bilmez duruma düşen 13 milyonluk bir insan topluluğundan Türk ulusu ortaya çıktı. Fakat biraz da zorlama olarak Türk kimliğini üzerine geçiren insanlarımız cumhuriyet tarihi boyunca farklı ama benzer nedenlerle çeşitli kimlik krizleri yaşamaya devam etti. Kendilerinden utandıkları da oldu Türk kimliğine sahip insanların, narsistik bir başa çıkma stratejisiyle kendilerini, “Türk gibi kuvvetli!” olarak gördükleri de. Türk olarak var olabilmek için başka kimliklerin varlığını yok saymak da uzun süre denendi bu topraklarda ve hâlâ benzer bir yok sayma Türk kimliği olarak kabul edilenin belirlenimlerinin farklılaşması ile bağlam değiştirerek sürüyor. Son yirmi yılda seküler ve dindar kesim olarak çok ciddi sonuçları olan bir kutuplaşma yaratılarak başka bir kimlik krizi yaşanmaya devam ediyor ülkemizde. Kimlik krizi doğrudan psikopatolojik bir tabloya yol açması gerekmeyen ama ancak felsefi bağlamın da gözetilerek tartışılması gereken ruhsal bir sürecin başlamasına neden olur. Bu anlamda ne tek başına filozofların ne de tek başına psikoterapistlerin bireysel düzlemde müdahalesinin yeterli olabileceği bir duruma yol açar. Klinik felsefenin söz alabileceği önemli noktalardan biridir bu.

Yukarıdaki tanıma bağlı olarak, farklı kimliklerin nasıl belirlendiğinin / kurulduğunun ve kimlik kavramının farklı bağlamlarda tartışılmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü kabul edilmiş / edinilmiş kimliğin bizi ne anlamda belirlediğini açıklığa kavuşturmağa çalışmadan, bir kimliği haiz olan olarak kendimizi bilme imkânı hakkında konuşulamayacağını kabul ediyoruz. İçinde bulunduğumuz toplumda bir birey olarak var olabilmemizin, aidiyet duygusu geliştirebilmemizin ve kendimizi içinde bulunduğumuz bedende güvende hissedebilmemizin en önemli etkenlerinden biri kim olduğumuzu bilmek, başka bir deyişle bir kimliği haiz olabilmektir. Bu sempozyumun kimliğimiz konusunda bize sorular sordurmasını ve kendimiz hakkında düşünce üretmemiz için bir kapı aralamasını umuyor ve katılımınızı bekliyoruz.